Fethullah
Gülen, 16 yıl aradan sonra ilk televizyon mülakatını BBC'ye verdi.
Gülen
Pensilvanya'daki inziva merkezinde, yolsuzluk operasyonu, Hizmet hareketi, Kürt
meselesi, Alevilerle ilişkiler, Mavi Marmara ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e
gönderdiği mektup konularında sorularımızı yanıtladı.
Fethullah
Gülen, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için, "Bir mabeyni hümayun var
herhalde zannediyorum çevresinde. Mabeyn, padişahların etrafındaki insanlara
deniyordu. Çevresinde zannediyorum meseleleri farklı intikal ettiriyorlar… Bir
yönüyle, böyle rahatsız edici şeylere sevk ediyorlar sanıyorum arkadaşı"
dedi. Ancak Gülen "İcabında sükût dururuz." diyerek uzlaşmaya açık
olduğu mesajını da verdi.
Gülen, Kürt
sorununun çözümü için Abdullah Öcalan'la ya da "dağdakilerle"
müzakereye karşı olmadığını belirtti.
Cami-Cemevi
projesi konusunda "Bunun Türkiye'deki Alevi kardeşlerimizle esasen birlik
ve beraberlik adına önemli bir şey olduğuna inandık.
Yanılmış
olabiliriz burada, insan her şeyinde yanılabilir." diye konuşan Gülen,
Alevilere Diyanet'e tanınan imkânların tanınması gerektiğini vurguladı.
28 Şubat
döneminde Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir'e Hizmet okullarının gerekirse
devredilebileceğini söylediğini belirten Gülen, aynı teklifi Erdoğan hükümetine
de yaptığı söyledi ve "Askerler, Çevik Bir, buna cevabı sevap vermediği
gibi. 16-17 sene evvel. Bunlar da cevabı sevap vermediler." dedi.
Gülen,
röportajda, 2014 seçimlerindeki olası tutumlarıyla ilgili olarak ise, "Kim
hak hukuk karsısında dik duruyorsa, sağlam duruyor ise, kim demokrasiye saygılı
ise, çevresi ile iyi geçiniyor ise"- eğer bir şey diyeceksem böyle derim.
Onu da diyeyim mi, demeyeyim mi düşüneceğim. Ona oyunuzu verin diyebilirim
yani." şeklinde konuştu.
Hocaefendi, yolsuzluk operasyonu,
Hizmet hareketi, Kürt meselesi, Alevilerle ilişkiler, Mavi Marmara ve
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e gönderdiği mektup konularında sorulara cevap
verdi.
Güney Yıldız: AK Parti hükümeti
Hizmet hareketiyle bağlantılı polislere ve savcılara yönelik bir tasfiye
hareketi yürüttüğünü ifade ediyor. Bu sizi endişelendiriyor mu? Devlet içindeki
bu tasfiyeler hareketinize ne kadar zarar veriyor?
Her yanlışlık bizi rahatsız
edebilir. Ama tasfiyeye tabi tuttukları, tayin ettikleri her kişi cemaatten
demek doğru değil.
O insanların içinde zannediyorum
sosyal demokratlar var, milliyetçiler var, ulusalcılar var. Ve bir de elimizde
değil, "sakın, zinhar, bize karşı sempati duymayın, bizim hizmetimizin
içinde, hareketimizin içinde görünmeyin diye ilan vermek gibi bir
sorumluluğumuz yok.
Sempati duyabilirler. Başka zaman da
ifade ettiğim gibi, şimdi bunların sağa sola savurdukları insanların binde
birini tanımam. Mübalağa yapmıyorum burada, çünkü Allah bunun hesabını sorar
benden.
Sonradan bu ortaya da çıkabilir, bu
insanlar, savcısı, hâkimi, emniyetçisi, yerlerine dönmek istedikleri zaman
herhalde orijinlerini ortaya koyacaklardır.
"Ben şu çizgide bir insanım,
şöyle düşünüyorum" diyeceklerdir. O zaman biz utanmayacağız, belki
başkaları utanacak. Burada kurunun yanında yaşın yanması gibi, Türk atasözüdür
bu. Zannediyorum onlar da vicdanlarıyla böyle yüz yüze gelince, kendilerini
hesaba çekeceklerdir.
'Onların hissiyatına göre, düşüncelerine göre hareket
etmemek bir cinayet sayılıyor'
BBC: Hizmet hareketinin yaklaşık 50
yıllık tarihinde yaşadığı en zor dönemin bu dönem olduğu fikrine katılıyor
musunuz? Geçmişte Said-i Nursi'nin tek parti döneminde yaşadıklarıyla
paralellik görüyor musunuz?
Onların hissiyatına göre,
düşüncelerine göre hareket etmemek bir cinayet sayılıyor. Bu bizim kabahatimiz
olabilir. Bir de inancım o benim; bu yaşadıklarımızı Cenab-ı Allah'ın bizi
cezalandırması şeklinde değerlendiriyorum. Siz Bediuzzaman'dan bahsettiniz; o
bir yerde diyor ki 'Ben bunca zaman bana çektirenlerin hikmetini şimdi
anlıyorum. Benim suçum Hizmeti Kur'aniyyeyi maddi manevi terakkiyatima alet
etmekliğimmiş" der. Oysaki yapılan şeyler sadece Allah rızası için ihlasla
yapılmalı. Ve yapılan şeyler insanlığa bir şeyler kazandırmalı. İnsanlık ondan
bir şey kazanmalı.
Havada uçmak, suda batmadan gitmek
için insan kendisini dine diyanete verirse şayet o da yine ihlasa muhalif bir
tavır ve davranış olduğundan dolayı Allah cezalandırır.
Bir ayette denir ki "Sana gelen
her iyilik Allah'tandır. Başına gelen her fenalık ise nefsindendir."
Dosdoğru bir yolda olduğumuzu söylediğimiz halde, adanmışların yolunda
yürüdüğümüzü söylediğimiz halde tam öyle adanmışlara yakışır, yaraşır hareket
etmediğimiz için Allah tokatlıyor olabilir bizi. Ama bu onların doğru yaptığı
anlamına gelmez. Allah onlara da hesabını sorar bu yaptıklarının.
"Yolsuzluk olduğu muhakkak… kimsenin değiştirmeye
gücü yetmez"
BBC: Türkiye'deki yolsuzluk
operasyonu ve bunun etrafında yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Neresinden başlayayım bilemiyorum
da… Bir yolsuzluk olduğu muhakkak. Bunu herkes kabul ediyor. Eskiden avam-havas
derlerdi. Halktan, okumuş insanlara, elite kadar herkes hemen meselenin
mahiyetini görüyor, biliyor. Değiştirmeye de kimsenin gücü yetmez.
Fakat bir rahatsızlık vardı
herhalde, cemaate karşı bir rahatsızlık vardı. Bu vesile ittihaz edildi. Esas o
işi yapan hâkimler ve savcılar sağa sola savruldular.
'Paralel devlet söylemi, yolsuzluğu unutturdu'
O insanlar geriye dönerken herhalde
orijinlerini ortaya koyarak döneceklerdir.
Bunların içinde milliyetçilerden
insanlar olacaktır, mesela MHP'den insanlar olduğu ortaya çıkacaktır, hâkimden,
savcıdan, polisten. Ulusalcılardan insanlar olduğu ortaya çıkacaktır.
Ama meseleyi biraz büyük göstermek,
böyle her yere nüfuz etmiş, her yere sirayet etmiş, tamamen bunların dedikleri
gibi, alternatif bir devlet gibi, paralel bir devlet gibi falan, meseleyi
gösterme adına, böyle bu savurdukları insanların hepsinin aynı düşünceyi aynı
duyguyu paylaştığını iddia ettiler.
'Hareketi olduğundan büyük gösteriyorlar'
Biraz büyük gösterme, biraz kendi
tabanlarını koparma, koparmaya çalışma, harekete karşı rahatsızlıklarını, böyle
bir fırsat zuhur edince, ortaya çıkınca, değerlendirme gibi bir şey oldu
zannediyorum.
Belki onlar da bir gün nadim olup
ağlayacaklar buna, pişmanlıklarını ifade edecekler.
Daha önce de başımıza gelen
şeylerden dolayı belki yüz tane insan emaille, "Ne olur hakkınızı helal
edin, size karşı haksızlık yaptık" dediler.
Askeri dönemlerde de oldu bu, başka
yine böyle herkesi vesayetleri altına almak isteyen insanlar tarafından da oldu.
Tarihi tekerrürler devr-ü daimi
içinde hep olageldi bunlar, hususiyle yakın zamanda.
Pişman olanlar olacak, sözlerini
tashih etmeye çalışacaklar, fakat şu anda mesele bu istikamette gelişiyor. Bir
de medyada da yandaş olanlar var, taraftar olanlar var, onlar da bazı
meseleleri çarpıtıyorlar.
'Türkiye'ye de kaybettiriyor'
Yine ben buradaydım, Haziran
fırtınası diyoruz, 1999 yılıydı, medya aynı şeyi yaptı, 7-8 sene o mahkeme
devam etti, ondan sonra beraat alındı. Temyiz de tasdik etti onu.
Bu konuyla alakalı burada bir
akademisyen esasen bir kitap hazırladı, yazdı. Hatta benim unuttuğum yerleri
bile o çok canlı olarak o kitapta ifade etti. Yani o türlü hadiseler hep
olageldi. Bu da onlardan bir tanesi.
Bundan sonra da yine olacağa benzer.
Ama bu olan şeyler bir yönüyle Türkiye'ye de kaybettiriyor zannediyorum.
Amerika Birleşik Devletleri'nin bakışına, Avrupa Parlamentosu'nun bakışına
olumsuz şekilde aksedecektir bunlar.
Çünkü anti-demokratik şeyler
yapılıyor. Hukuka aykırı şeyler yapılıyor. Bunu hemen herkes söylüyor
şimdilerde.
Ama bu mesele hemen böyle çabuk
düzelebilir mi? Yeniden iş rayına oturtulabilir mi?
İnsaflı olmaya bağlı, fakir, ben,
birazda rahatsızlığım sebebiyle bu mevzuda, müdafaa sadedinde hiçbir şey
söylemedim. Hiç bir şey söylememeye de kararlıyım bu mevzuda.
Belki bazı arkadaşlar sadece hukuki
ifade ile tavzihler, tashihler, belki tekzipler yapıyorlar. Kendileri de işin
içinde mütalaa edilenler bunu yapıyorlar ama ben o mevzuda bir fikirde
bulunmadım, bir mütalaada bulunmadım.
Böyle davranmaya da devam edeceğim.
Evet, bir şey konuşmayacağım.
BBC: Hareketinizi "paralel bir
devlet" oluşturmakla suçlayan yalnızca Başbakan Erdoğan değil, başka
kesimler de bu iddiaları dile getiriyor ve sizin bir çeşit talimatınız
olmadıkça yolsuzluk operasyonu gibi bir operasyonun başlamayacağını
söylüyorlar.
Bu medyaya da düştü, kendileri de
biliyorlar. 8-10 ay evvel Milli İstihbarat haber vermiş. Milli istihbarat,
Sayın Başbakan'ın emrinde çalışan bir müsteşarlık, haber vermiş. Bu
araştırmalar yapılıyormuş, tespitler yapılmış, şimdiye kadar yapılageldiği
şekilde onlar böyle bir operasyonda bulunmuşlar.
Burada bir hususu izah edeyim ben,
müsaadenizle.
Bir arkadaşımız geçen gün bir şey
anlattı: "Ben bir caddede gidiyordum arabayla, kırmızı ışıkta durdum sonra
arkadan gelen, hızlı gelen bir polis arabası benim arabama çarptı, arkadan.
Sonra geldi üzerime yürüdü benim. Ne diye durdun ben de geldim çarptım. Ben de
ona dedim ki, kırmızı ışıkta durmanın kaldırıldığına dair bir kanun
bilmiyordum, ben onun için durdum. Kusura bakmayın yanlış yaptık."
'Paralel devlet söylemi, yolsuzluğu unutturuyor'
Böyle rüşvetler, irtikâplar,
ihtilaslar, bu mevzuda adam kayırmalar, ihalelere fesat karıştırmalar bunlar
şimdiye kadar hep suç sayılıyormuş.
Dolayısıyla, yani kendilerine böyle
bir şey verilmiş, siz başkalarının üzerine gidin bu mevzuda, bilmeyerek onlar
da, biraz evvel bahsettiğim gibi, gayri mütecanis o yapı, adli yapı, emniyet
yapısı, bunların üzerine gitmişler.
Bilememişler yani o mevzuda bunların
suç olmaktan çıkarıldığını bilememişler ve yapmışlar bu meseleyi.
Bu onları rahatsız ettiğinden
dolayı. Dolayısıyla sadece paralel devlet üzerinde duruldu. Yapılan esasen o
mesavi diyebileceğimiz, o kötülükler diyebileceğimiz, rüşvetler, ihaleye fesat
karıştırmalar, onlardan hiç bahsedilmiyor yani. Onlar, olağan bir şey gibi
gösterilmeye çalışılıyor.
'Getirdikleri insanları gönderdiler, bunları da
gönderirler'
Benden emir almaları mümkün değil
yani, Türkiye'de her yerde, her şehirde, nerede böyle bir hadise çıktıysa hemen
polisin üzerine, orada savcının üzerine, hâkimin üzerine yürüdüler.
Onları kaldırıp attılar, daha evvel
de öyle bir şey yapmışlardı. Bunlar getirdikleri insanlar.
Zannediyorum, bunlar da bir şey
yapsalar, bunlar da gider, yine başkalarını getirirler. Bu açıdan, öyle bir
karmaşa söz konusu zannediyorum.
Benimle alakası yok bu meselenin.
Başka vesilelerle de arz ettiğim gibi, ben o işi yapan insanların, operasyonlara
giren insanların binde birini bile tanımıyorum. Bunu çok rahatlıkla
söyleyebilirim.
'Pişmanlık duymam. Kaderi de tenkit etmem'
BBC: Sıklıkla hareketinizi
siyasetten uzak tutma isteğinizden söz ediyorsunuz. Son dönemde giderek siyasi
tartışmaların odağı haline gelmesi sürecinde pişmanlık duyduğunuz bir durum ya
da hareket oldu mu?
Pişmanlık duymam. Kaderi de tenkit
etmem. Onu tenkit sayılacak şeyler aklıma geldiğinde istiğfar eder.
Biraz önce söylediğim mülahazalara
bağlayarak Rabbimizle münasebetimizi tam tutamadığımızdan dolayı, Allah
başkalarının eliyle cezalandırıyor bizi.
Hadis diye rivayet edilen bir söz
var; "Zalim Allah'ın kılıcıdır. Allah onunla intikam alır sonra döner
ondan da intikam alır."
Pişmanlık değil ama bu vesile ile
kendimizle yüzleşebiliyorsak.. Hazret-i Ömer'e nispet edilen bir söz var:
"Hesap faslı gelmeden kendinizle yüzleşin, hesaplaşın." Meseleye
biraz böyle bakıyorum. Bu, arkadaşlarımızın yaptıkları her şey milimi milimine
doğruydu demek değil yani.
BBC: AK Parti iktidarının önemli bir
dönemi boyunca, bu parti ile ortak bir zemin bulup, belirli düzeylerde
desteklediniz. Daha sonraki dönemde ise Kürt meselesinin çözüm süreci ve Mavi
Marmara olayı dolayısıyla İsrail ile ilişkiler üzerinden ayrıştığınız ayrımlara
gidildiği değerlendirmeleri yapılıyor.
Hiçbir siyasi partiyle hiçbir zaman
bütün bütün aynı çizgide olmadık. Hangi parti olursa olsun, yani bu MHP de
olabilir, CHP de olabilir, AK Parti de olabilir, DYP de olabilir, ANAP da
olabilir; bu iki parti bugün yok gibi.
Bunların isabetli işlerini, yerinde
işlerini desteklemek insani bir vazife gibi geldi bize hep. Nitekim
referandumda ben şimdiye kadar hiçbir zaman demediğim bir şeyi dedim. Bu
demokratik bir açılımdır. Demokratik bir referandumdur. Bu mevzuda herkes 'Evet'
demeli.
'Demokrasi desteğime karşı kıyamet kopardılar'
O hâkimler kurulu, HSYK falan,
demokratik bir çerçevede bir şekil almalı.
Evet, bunu burada sadece söylemedim;
20 sene evvel demokrasi geriye dönüşü olmayan bir vetiredir, süreçtir
dediğimde, bugün aleyhte yazıp çizen insanlar o zaman da yine kıyamet
kopardılar: "Ne demek yani, Müslümanlıkla demokrasinin ne alakası
var?" diye. Sonra daha ötesini de dediler onlar. Kendileri daha ötesini
dediler, her şey de olabilir dediler.
Bu açıdan böyle aynı çizgiyi
paylaşma demek değil. Ama onların makul bir yanları varsa, hukuk adına makul
bir yanları varsa, demokratik açıdan makul yanları varsa, millet hizmet etme
gibi bir yanları varsa, çevreleriyle iyi münasebet kurma adına pozitif
saydığımız bir yanları varsa, bu hususlarda müşterek gibi görünebiliriz, aynı
karede görünebiliriz.
Oy vermenin dışında da bizim hiçbir
siyasi partiyle alakamız olmadı. Böyle derken belki sempati duyan iki tane
insan, kendileri istemişlerdir de iki tane insan girmiştir o partinin içine.
Yoksa başka kişiler de yönlendirilebilir.
O partinin omurgasını teşkil ederdi
bugün. Çok farklı sesler olabilirdi orada. Ama öyle bir arzumuz olmadı.
'Kürt meselesinde sürece biz onlardan evvel destek
verdik'
İkincisi bu Kürt meselesinde, o sürece
biz onlardan evvel destek verdik. Yani, Fakir'in yaptığı şey sadece bir
teşviktir, teşvikten ibarettir.
Kendilerine bu mevzuda yazılı bir
kısım dokümanlar da arz etmiştim. Yani, oraya, o bölgeye sahip çıkılması lazım.
Eğitim adına sahip çıkılması lazım, sağlık adına sahip çıkılması lazım,
ilahiyat adına, camilerin imamları müezzinleri adına sahip çıkılması lazım,
emniyet teşkilatı adına sahip çıkılması lazım.
Siz sahip çıkmazsanız, şimdiye kadar
bir kısım gadre uğradı o insanlar, bu meseleyi büyüterek gelecek nesillere
intikal ettirirler. Fakat iltifat edilmedi bu meselelere.
Belki on küsur sene oldu, bu mevzuda
biz tekliflerimizi onlardan evvel sunduk. Onlar bu mevzuda bir şey yapmayınca;
fakir, bilmiyorum arkadaşların, dostların, muhiblerin, sempatizanların neler
yaptığını bilmiyorum.
Ama o bölgede okullar açıldı. Okuma
salonları açıldı. Bir yönüyle dağa gitmenin yolu eğitimle kesilmeye çalışıldı.
Bunlar yapıldı.
Fakat her nedense karalama adına
yine surecin aleyhinde gibi gösterdiler. Katiyyen ve katibeten. Ama, meseleye
yaklaşımı keyfiyeti farklıydı. Biz eğitimle çözelim, vifak ve ittifakı temin
etmek suretiyle çözelim. Aynı zamanda fakirliği gidermekle oralarda yatırım
yapmakla o meseleyi çözelim ve büyük ölçüde de oldu bu.
Sadece Türkiye'nin içinde değil
Kuzey Irak'ta da oldu. Bunu yaptılar. Ben gitmedim görmedim ama yapılan şeyler
dillere destan denebilecek mahiyette.
Onun orada hareket dedikleri camiaya
karşı esasen bir iftira var. Haksız bir tecavüz var, bir saldırı var. O mevzuda
da öyle düşündük, öyle olmasını isabetli gördük.
Bütün dünyaya karşı Hz. Mevlana
gibi, yani bir ayağımız işin merkezinde, kendi düşünce dünyamızda,
mefkuremizde, gayeyi hayalimizde. Bir değer taraftan da bütün insanlığa
sevgiyle açılma. Genel felsefemiz bu.
Yakından fakiri tanıyanlar bilirler.
Daha sonra devlet o işe sahip çıktı belki ama. Fakat Türkiye'de sağa - sola
savrulmuş, atılmış, Ortodokslarla, Ermenilerle defaatle bir araya geldik. Aynı
sofrada aynı çanağa kaşık çaldık, onlarla. İlk defa Cenab-ı Hakk'ın lütuf
etmesiyle o kapı, arkadaşlarımız, dostlarımız taraftarlarımız tarafından
açıldı.
'İsrail'i milletimize tercih etmiyoruz'
Bazı meselelerde İsrail'le müşterek
Orta Doğu projesi falan falan diyorlar. Belki oradaki Haham'la görüşmüşüzdür,
500. Yüzyıl Vakfı'nın Başkanı bir zamanlar Pinto idi, onunla görüşmüşüzdür.
İshak Alaton var, samimi.
Hareketin yurt dışında yaptığı
şeyleri takdirle karşılayan, hatta burada da bazı problemlerin üzerine giden
insanlar. Onlar da yaptıkları bu şeyleri biraz insanî değerlere bağlı olarak
yaptılar.
Bu kadar münasebet, buna kimsenin
bir şey demeye hakkı yoktur zannediyorum.
İsrail yanlısı gibi gösterme,
tamamen onları kendi milletimize tercih ediyor gibi gösterme, buna dair bir şey
yok. Bir insan olarak onları da kabul etme, insanlığın iftihar tablosunun
yaptığı gibi kabul etme ayrı mesele.
Mavi Marmara açıklaması
Ama meseleyi Mavi Marmara'ya
dayandırıyorlar. Röportajdan son bir iki soru sordular bana, 'bunu nasıl
görüyorsunuz?'. Ben dedim ki: "Keşke diplomasi sonuna kadar kullanılsaydı,
kaba kuvvetle işin üzerine gidilmeseydi. Bunlar değişik problemlere, sosyal problemlere
sebebiyet verir, komplikasyonlara sebebiyet verir."
Burada mesele gazeteye nasıl manşet
yaptı bilemiyorum. O Türkiye'de farklı şekilde değerlendirildi. Yani, kendi
insanımızın aleyhine başkalarının yanında yerini alma gibi bir şey.
Fakat bir probleme meydan vermemek
için esasen öyle bir mülahaza arz ettim.
Bugün de olsa yine aynı şeyi arz
ederim. Diplomasi sonuna kadar kullanılmalı bence. Kan dökmeye, insanlara
kıymaya, insanları cepheye sürmeye gitmemek lazım. Mülahazamdı. Herhalde o
irtibatı da, o iltisaki da biraz o mülahazaya bağlıyorlar.
BBC: Kürt sorunuyla ilgili belki
fikirlerinizi daha netleştirmeniz açısından bir soru daha sormak istiyorum.
Kürt meselesinin çözümüyle ilgili biz daha önce harekete geçtik, okullar açtık
dediniz. Fakat daha sonrasında, o günlerde buna iltifat edilmediğini
söylediniz. Fakat daha sonrasında, özellikle son dört beş yılda, birincisi KCK
soruşturmaları, ikincisi Oslo görüşmelerinin sızdırılması konusu, daha sonra da
bu 7 Şubat'ta MİT'e yönelik yapılan operasyon, bunlar hep size mal edildi. Siz
bir mülakatınızda, Kürtçe anadilin tartışılmaması gerektiğini söylediniz. Sizin
özellikle karşı olduğunuz şey örgütle yapılan müzakereler konusu mu?
Örgütle müzakere yapılabilir, bir
beis görmüyoruz onda. Fakat devletin, itibarı onuru korunarak yapılmalı. Öyle
yaparsanız yarın tarih ona, "paralel yapı budur" der.
Yani onlarla görüşürseniz
"paralel yapı budur" der. Bir şey diyemem ben ona, yani işte çocuk
katili falan dediler, terörist dediler. Devlet de yakalarken zaten bir terörist
olarak yakaladı Türkiye'ye getirttirdi. O günkü mahkemeler onu içeriye attı, bu
iktidar yoktu o zaman daha evvelkiler içeriye attılar.
Aleyhinde bir şeyimiz olmadı da
fakat onları şu anda da aleyhte belli tavırları var.
Ve Türkiye'de ki mevcut idare de
zannediyorum gelecekleri adına o bölge insani ile iyi geçinme, şirin geçinme,
onların gücünü de arkalarına alma adına o meseleyi de yine cemaat, camia,
hareket dedikleri kesime fatura etmek için öyle bir gayret içine girdiler.
'Öcalan'la ve dağdakilerle görüşmenin karşısında
değiliz'
Açıktan açığa ben hiç bir şey
söylemedim, fakat bir dönemde terörist ilan ettikleri, müebbet hapse mahkûm
ettikleri hatta idamı söz konusu olduğu zannediyorum.
Avrupa Birliği'nin o mevzuda kati
bir tavrı olduğundan dolayı böyle bir şeye gidilmedi. Hatta MHP'nin tavrı da
oydu, AKP'nin tavrı da belki de oydu geldikten sonra.
Fakat sonra hangi mülahazaya binaen
bilemiyorum onlara şirin görünmek suretiyle bölgede, öylede de dersem suizan
olabilir seçime matuf bir tavır olabilir yani.
Aslında Türkiye Cumhuriyeti
Kürdüyle, Türküyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Abhazasıyla bir millet yani, Anadolu
insanı diyoruz, hatta çok defa o tabiri kullanıyoruz.
Birlik ve beraberlik adına,
terminolojide bu da çok önemli bir şey ifade ediyor. Ne Oslo görüşmesi, ne
PKK'nın adadaki insanıyla görüşme mevzuu, ne dağdakilerle görüşme mevzuu, onun
karşısında olmadık.
Fakir'in yine yakın zamanda bir
mülakat münasebetiyle, söylediğim dediğim bir şey oldu, "Sulh esastır,
anlaşma esastır" dedik. Bunlara saygı duyan insanlar da belki o toplum
içinde yüzde 80'dir.
Bunları istemeyen sadece dağdaki
insanlardır. İran'ın tesirinde olan insanlar, Suriye'nin tesirinde olan
insanlardır. Bunlar rahatsızlık duyuyor, yani Cemil Bayık rahatsızlık duyuyor,
Fehman Hüseyin rahatsızlık duyuyordur. İran'daki PJAK'ın içindeki insanlar
bunlardan rahatsızlık duyuyorlardır.
Yani ne diye, işte onlar da aynı
şeyi söylüyordur: "Asimile etmek istiyorsunuz Kürtleri." Oysaki
fakir, hem dedim, hem de tavsiye ettim, fakirle görüşen insanlara hep,
televizyonda Kürtçe dersi verilmesi, onlara bakan öyle bir televizyon kanalının
açılması.
Aynı zamanda Kürtçe'nin seçmeli bir
ders olarak okullarda okutulması, üniversitelerde okutulması. Yani yapılması
gerekli olan bu makul şeylerin hepsi söylendi tarafımızdan. Bunları toplasak
belki bir mücellit olur.
Fakat nedense, onlara karşı da,
hareketi ve hizmeti böyle kötü göstermek adına, sürecin karşısında gibi hep
belli bir kesimde, bir medyada öyle işlendi mesela.
Bizim orada Kürt vatandaşlara karsı
yaptığımız şeylerden dolayı Öcalan'ın rahatsızlığı vardı yani okuma
salonlarından kültür lokallerinden dağa gitmenin önünü kesme adına, orada ki o
fakir insanlara çıkma adına rahatsızlıkları vardı.
Dağın da rahatsızlığı vardı,
Suriye'dekilerin, PYD'nin de rahatsızlığı vardı. İran'daki PJAK'ın da
rahatsızlığı vardı bu mevzuda.
Dağın yolu kesilmesin istiyorlardı
ve milletin, Kürt-Türk birliği ve bütünlüğü adına ve ittifakı adına yapılan
şeylerden rahatsızlık duyuyorlardı.
Türk milletine karşı hep böyle kin
ve nefret olsun, katiyen uzlaştırıcı barıştırıcı bir şey olmasın rahatsızlığı
vardı.
BBC: Seçim dönemi, Türkiye'de
olsanız AK Parti için ya da Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyması durumunda
Erdoğan için oy kullanır mıydınız?
Hayatımda şimdiye kadar bir kere oy
kullanmak nasip oldu. Ya içerdeydim, ya kaçıyordum veya o haklardan mahrum
edildiğim dönemdeydim, bir kere oy kullandım. O da merhum Turgut Özal İzmir'den
adaylığını koymuştu milletvekilliğine. O zaman Necmettin Erbakan'ın partisinden
koymuşlardı.
Bir de benim Edirne'de imamlık
yaptığım dönemde, oranın müftüsü olan Yaşar Tunagür önemli bir simaydı. İkisi
de İzmir'den adaylıklarını koymuşlardı.
Ben sadece o zaman oy kullandım.
Onlar için oyumu kullandım. Sonra nasip olmadı yani. Oy kullanma aleyhinde
olmadım. Kullanmama gibi bir şey yapmadım. O demokratik bir haktır. Herkesin de
kullanmasını arzu ederim.
Şimdi de ben o mevzuda referandum da
olduğu gibi bir şey söyleme niyetinde değilim. O farklı bir şeydi.
Belki bir şey desem şöyle derim,
"Kim hak hukuk karsısında dik duruyorsa, sağlam ise, sağlam duruyor ise,
kim demokrasiye saygılı ise, çevresi ile iyi geçiniyor ise"- eğer bir şey
diyeceksem böyle derim.
Hani onu da diyeyim mi, demeyeyim mi
düşüneceğim. Efendim ona oyunuzu verin diyebilirim yani.
Ve bu parti seçme mevzu, insanların
o mevzuda ferasetlerine, kiyasetlerine kendi akıllarına ve mantıklarına karşı
hakaret sayarım onu. Herkes her şeyi ayan beyan görüyor yani. Tercihte onları
birine yönlendirmeye zorlama gibi bir tavrım olmaz.
BBC: Uluslararası düzeyde inançlar
arası diyalogdan söz ediyorsunuz ancak Türkiye'de Sünnilerle Aleviler arasında
da büyük uçurumlar var. Sizin Cemevi-Cami birlikteliği projesinden ilk söz
edişiniz sanırım 1995'li yıllara rastlıyor. Ancak projenin uygulamaya
geçirildiği dönemde Alevilerin bazı kesimlerinde güçlü bir asimilasyon kaygısı
dile getirildi. Alevilerin bu kaygılarına nasıl cevap verebilirsiniz?
Herkes öyle düşünmüyor zannediyorum.
O meseleyi takdirle karşılayan insanlar da var.
Hususiyle Türkiye'deki önemli böyle
bilinen Aleviler, Profesör İzzettin Doğan Bey gibi. Onunla eski yıllarda
tanıştık görüştük. Ben kendilerini ziyarete gittim evlerine, o bize geldi. Öyle
bir meselenin problem olabileceğini bir gün, ta o zamanlar düşündük.
Bunun Türkiye'deki Alevi
kardeşlerimizle esasen birlik ve beraberlik adına önemli bir şey olduğuna
inandık. Yanılmış olabiliriz burada, insan her şeyinde yanılabilir. Fakat
çokları tasvip ettiler bu meseleyi.
Asimilasyon mevzuunu bazıları
dillendirdiler. Bu dillendirenler arasında bazen Hazreti Ali'yi tanımayanlar
var ki bunlara Ali'siz Aleviler deniyor genelde. Yani "Ali sembolik bir
kahraman, bazı şeylere başkaldırmış, bundan dolayı da takdir edilecek bir
insan.
Ama Ali Müslümandı, Ali'nin dini
düşüncesi şuydu buydu gibi meseleler bunlar bizi çok alakadar etmez"
diyenler büyük ölçüde karşı çıktılar.
Zannediyorum bir gün onlar da pişman
olacaklar. Cami-Cemevi meselesi katiyen kimsenin kimseyi asimile etmesi gibi
bir meseleye binaen yapılmadı.
Ancak, senelerden beri, yani
Sünnilere bazı şeyler telkin edildi. Aleviler, hâşâ yamyamlar gibi sizi
yiyecekler, Alevilere de öyle telkin edildi, Sünniler sizi yamyam gibi
yiyecekler dediler.
Türkiye'de 38'li, 39'lu yıllarda,
onlara karşı, Dersim hadisesi münasebetiyle devletin de öyle bir tavrı
olduğundan dolayı, o travmayla, bu ortada gezen nesepsiz sözler düşünceler
kabul edildi, kabul gördü.
İnsanlar böyle, Cami'de isteyen
gider namaz kılar, Cemevi'ne de giderler onlar semah yaparlar. Çıktıkları yerde
ortak bir mekânda bazen yemek yerler, çay içerler, bahçede otururlar ve herkes
birbirini yemediğini görür orada.
O yeme meselesi şuur altı müktesebat
meselesi haline gelmiş yani. Onun rüyaları görülerek oturuluyor kalkılıyor
gibi, onu biraz zaman gösterecek.
'Alevilere Diyanet'e tanınan imkânlar tanınmalı'
Kaldı ki, 15- 20 yıl evvel, o Cami
ve Cemevi meselesi zaten olmuş. Türkiye'de bunu medya da verdi. Yani yeni bir
şey değil. Ama bu medyatik bir konu oldu, belki onun da faydası vardı.
Eşi yapılabilirdi bunun yani,
Ankara'da olduysa bu, İzmir'de de olacaktır, İstanbul'da da olacaktır.
Yoğunlukla Alevi vatandaşlarımızın bulunduğu yerlerde olacaktır.
Bunlara Diyanet camiasına tanınan
imkânlar da tanınacaktır, yani o mülahazalarla oldu. Dedeler gelsin o işin
başına onlara maaş bağlansın.
Onlar kendi değerlerini, orada
yaşasın ve temsil etsinler. Sünniler de kendi değerlerini temsil etsinler. O
kardeşliği böyle fiilen tesis etmeye matuf bir hamleydi. Kimsenin asimilasyon
diye bir düşüncesi yok.
Bir de Alevi, Alevi olunca yani,
Hazret-i Ali'ye karşı sempati duyulunca. Bazen, İran esasen, Persler bu meseleye
sahip çıktılar. Türkiye'den insanları Kum'a götürdüler.
Türkiye'ye bunlardan dönen insanlar,
Türk milletine karşı esasen, içlerinde bazıları bir düşmanlık duymaya başladı.
Anadolu'nun Alevi'si başkadır, onlar Şii. Ayrı, ama Türkiye'deki Aleviler,
bizim geçmişten bin-iki bin yıllık geleneklerimize saygılı Aleviler bunlar.
Kendilerine göre, ibadet veya işte
ayin, Mevlana'nın seması gibi onların da Semahı var. Bunları çok ayrılık sebebi
saymamak lazım, bunları saygıyla karşılamak lazım.
Bu vehimlere, paranoyalara gelince,
onu zaman gösterecek yani, kimsenin kimseyi asimile etme gibi bir amacının
olmadığını zaman gösterecek.
BBC: Hizmet hareketinin amaçlarıyla
ilgili, şeffaf olmamasına yönelik bazı iddialar var. Bunu açmak için, sizin
nasıl bir Türkiye vizyonunuz var? Türkiye merkezli düşünürsek, sizce
Türkiye'nin en acil sorunları neler ve nasıl çözümler öneriyorsunuz?
Belki en acil sorunlar, şu anda da
yine gündemdeki yerini koruyan ihtilaflar, iftiraklardır. Bu ta Meşrutiyet
yıllarında Büyük İnsan (Said-i Nursi) tarafından söylenmiş.
Yani bizim üç tane rahatsızlığımız
var. Bir: manasız, mantıksız, mesnedi olmayan, sağlam blokaja oturmayan, farklı
düşünceler, birbirini yemeye matuf düşünceler. Bu bir hastalık, bu hastalığın
giderilmesi lazım.
Cami-Cemevi ile giderilecekse onu
yapacaksınız, Türk-Kürt meselesinde şayet kendinizi anlatmak suretiyle eğitim
faaliyetleriyle, onları başkalarının Türkiye'yi bölmek ve parçalamak isteyen
insanların tesirinden kurtarmak suretiyle olacaksa şayet öyle yapacaksınız.
Fakirlik mevzuu, bu da yine, ta o
yıllarda, meşrutiyet yıllarında söylenmiş, bunun giderilmesi lazım, bu da bir
hastalıktır.
Bir de cehalet mevzuu, bu üç şeye
karşı, o Büyük Zat ta o zaman, bir yönüyle bir savaş ilan edilmesini söylemiş.
Bu açıdan, günümüzde de yani o
meselenin değişmediği kanaatindeyim, yine ihtilaflar var, yine cehalet var,
problem bunlar. Yine fakirlik var. Bir kesim eziliyor ve bütün bunlar
değerlendiriliyor, bir manada değerlendiriliyor.
Şimdi misyon olarak, belki şartların
ve konjonktürün tesiriyle belki bazı yöntemlerde, bazı argümanları kullanmakta
farklılık olabilir. O zamanlar, okuma salonu, kültür lokali, okul düşünülmemiş
olabilir.
Ama şimdi günümüzün şartları neyi
gerektiriyorsa şayet o istikamette bir şeyler yapma. Bize gelince fakirinki
sadece teşvikten ibaret olmuştur.
Rusya çözüldüğü zaman, orada, bizim
bir sürü Orta Asya'da soydaşlarımız var. Bizim kökümüz oraya dayanıyor.
Bazılarımız, Özbekistan'dan,
bazılarımız Türkmenistan'dan kalkmış gelmişiz. Bu insanlara sahip çıkalım falan
dedik. Belki o zaman beş on tane insan gitti. Bu bir süreç oldu artık, sonradan
arttıkça arttı hemen sonra dünyanın dört bir yanına, aynı sevgi meşalesiyle,
hep hicret etmeler oldu.
Allah'ın izni inayetiyle, bir
yönüyle yine Mevlana'nın tuttuğu ışıkla, diyor ki bir mum başka bir diğer mumu
tutuşturmakla ışığından hiçbir şey kaybetmez. Başkalarına böyle
götürebileceğimiz değerlerimiz varsa götürürüz. Alacağımız şeyler varsa onları
da alırız. Almaya, vermeye açık bulunuruz, mülahazasıyla.
Bunu çok farklı anlayışta olan
insanlar makul buldular, mantıki buldular. Ve öyle kimseler, bu mevzuda, öyle
cazip tekliflerde bulundular ki ihtimal vermezsiniz. Bir üniversite de ben
yapayım dedi, bir okul da ben yapayım dedi. Böyle bir şey oldu yani.
'İcabında sükût dururuz'
BBC: Hem Hizmet hareketinden hem de
karşı taraftan bazı figürler, Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar gerginliğin
durulmayacağını ve Türkiye'de sulhun hâkim olmayacağı anlamında ifadelerde
buldular. Siz Türkiye'nin ve Hizmet'in yakın geleceğini nasıl görüyorsunuz bu
anlamda?
Hali hazırdaki bu isyan ruhu, bu kin
ve nefret ruhu çabuk bastırılamaz. Bir yönüyle, kırılan onurlar oldu, dokunulan
gururlar oldu. Bu birden bire bastırılamaz.
Yeniden her şey böyle endazeden
geçirilmiş gibi ahengine getirilemeyebilir. Fakat ümidimi hiç yitirmedim ben,
yine olacağına inanıyorum.
O mektup, son mektup meselesi de o
istikamette bir şeydi yani, Cumhurbaşkanı'nın gönderdiği bir arkadaş
vasıtasıyla. Benim talebeliğinden tanıdığım, Fehmi Bey, siz de bilirsiniz.
Onlar da onu tasvip ettiler, Sayın Cumhurbaşkanı da tasvip etti.
Fakat muhatabın cumhurbaşkanı olarak
seçilmesi mi, yoksa mektupta öyle işte, karşılıklı, değişik kesimlerin,
medyadan değişik kesimlerin birbirlerini, sövüp saymamaları, bu işe bir son
verilmesi meselesi mi, Sayın Başbakanı rahatsız etti bu.
Bunu açıktan açığa konuştu,
toplantıda konuştu. Toplantıda konuştu. Bir mabeyni hümayun var herhalde
zannediyorum çevresinde. Mabeyn, padişahların etrafındaki insanlara deniyordu.
Çevresinde zannediyorum meseleleri farklı intikal ettiriyorlar.
Ben hâşâ bir insanda öyle bir
dengesizlik, hele paranoya falan var, buna ne kalbim ne de vicdanım, ne de
dilim varmaz böyle bir şey söylemeye. Ama bir yönüyle, böyle rahatsız edici
şeylere sevk ediyorlar sanıyorum arkadaşı.
Fakat bu fırtınaların dineceğine
inancımı hiç kaybetmedim. Allah'ın izni ve inayetiyle. İcabında sükût dururuz.
Yani şuna kadar yolu var: dünyanın,
geçen sene 140 ülkesinde falan okullar var dediler, dostluk bağları, dostluk
köprüleri atılmış. Türkçe olimpiyatlarda bu mesele baş döndürücü şekilde
sergileniyor. Kimse buna hayır demiyor, çok mükemmel bir şey.
'Çevik Bir gibi bunlara da haber gönderdim'
Yani arzu ederlerse o okulları bile
kapatabilirler, devlet kapatabilir, kapatsınlar, ben sadece kapatmayın, sahip
çıkın yani, bu öğretmenleri çekin dedim.
Çevik Bir'e de demiştim bunu,
bunlara da haber gönderdim defaatle. Siz müdürünü, öğretmenini tayin edin. Bu
Türkiye'nin açılımıdır, yani milletimizin değişik dönemlerde, insani değerler
adına, böyle açılımları olmuştur. Bu da onlardan bir tanesidir, hatta devlet-i
aliye, belki 200 milyon insan vesayetinde bulunduğu dönemde böyle bir şey
yapmaya muvaffak olamamış, bu yapılamamıştır.
Şimdilerde belki 160 ülkede fahri
konsoloslar gibi, yabancı misyon şefleri gibi insanlar yetişmiş. Hatta önemli,
hayati yerlere gelmiş bu insanlar. Bir yönüyle bu şu hakikate de
dayandırılıyor.
Dünyanın her yerinde olmazsanız,
olmak istediğiniz yerde olamazsınız. Küreselleşen bir dünyada, bunun için
bunlar çok önemli, falana falana mal ediyor diye, çekememezlikten dolayı,
kapamaya kalkmayın bunları, sahip çıkın.
Sizin olsun yani, o öğretmeni siz
tayin edin. Müdürü siz tayin edin. Devam edegelsin. Askerler, Çevik Bir, buna
cevabı sevap vermediği gibi. 16-17 sene evvel. Bunlar da cevabı sevap
vermediler. Yani açığız.
İnsanlık adına yapılması gerekli
şeyler. Kim yaparsa yapsın. Bu meselede ilk defa tohumu atan, bu dostlar
taraftarlar, muhipler sempatizanlar olmuştur.
Yine genel felsefemiz, sen tohum at
git, onu kim hasat ederse etsin. Kim tımar ederse etsin. Genel düşüncemiz bu.
Sadece milletimizin bütün insanlıkla münasebetleri adına, yapılması gerekli
olan şeyleri yapmak gibi bir misyonumuz, bir mefkûremiz var.
Mefkûre tabirini Ziya Gökalp
terminolojiye soktu. Gaye-i hayalimiz başka biri diyor, Fransızca idealimiz
var. Bundan da durulmayacağız. Bunu hep yapmaya çalışacağız. İnsanlık adına,
milletimiz adına…
Girer de, hakkaniyet ölçülerine göre girer. Bizden olsun çamurdan olsun
mantığıyla hareket edersen haksızlık, zulüm yaparsın. Ki cemaatin yaptığı bu.
Ben de dindar bir insanım. 17 Aralık operasyonu, gecikmiş bir operasyondur.
Eğer bu ülkede hukuk değil de cemaatin ilkeleri egemen olacaksa, ben de
cemaatin istediği gibi bir dindarlık yaşamaya zorlanacağım. Kimse kusura
bakmasın; ne Ergenekon cumhuriyeti, ne cemaat cumhuriyeti ne de herhangi bir
inancın ya da ideolojinin-Kemalist ideoloji de buna dahildir- cumhuriyetini
istemiyorum. Herkese eşit mesafede olan, akıl ve vicdandan beslenen bir hukuk
sistemini esas alan bir devlet istiyorum.
Dindar insanların ve vatanseverlerin kendi memleketindeki bazı müesseselere
girmesi, bazılarını teşvik etmesi buna sızma denmez ki. O sızmayı bir dönemde
Türk milletinden olmayanlar yaptılar, belli bir dönemde belli bir yere kadar da
geldiler. Şimdiki endişelerinin altında da o var. Sen bu milletin evladısın, bu
milletin bir ferdisin. Her yerde bulunma hakkındır senin. Bir milletin ferdi,
kendi milleti içinde, kendi milleti için var olan müesseselere sızmaz;
hakkıdır, girer oraya. Mülkiyeye de girer, adliyeye de girer, istihbarata da
girer, hariciyeye de girer, askeriyeye de girer. Neden milletin evladı
girmeyecekmiş buralara?